Paşalı Abdullah (3 Bölümü de içerir)

Medine’deki son gecesiydi yarın öğleden sonra kafile uçağa binmek üzere yola koyulacak ve hiç istemese de Umre ibadeti bitmiş olacaktı. Bir daha ne zaman göreceğini bilemediği Mescidi Nebevi ’den ayrılmak istemiyordu, “Bu geceyi burada geçireyim yarın yolda uykumu alırım” diye düşündü ve yeşil kubbeyi görebileceği bir duvar dibine verdi sırtını, çantasından çıkardığı Kuranı Kerimi okumaya başladı. Yirmi günlük Umre süresinde uyku zamanını günde üç saate kadar düşürmüştü, her anını ibadetle geçirmek istiyordu; fakat artık vücudu buna dayanamadı ve henüz ikinci cüzü okurken oturduğu yerde uyuya kaldı.

Yanına gelen adamın omuzuna dokunmasıyla açtı gözlerini, adam eğildi ve dizleri üzerine oturdu, elini omuzuna koyarak konuşmaya başladı:

“Evladım gaflet içerisindeki Ümmetin gençlerini uyandırmak adına vazife verilen kullardan biri de sen oldun, bundan böyle sık sık görüşeceğiz, şimdilik sadece gerektiğinde ancak biz seninle irtibata geçeceğiz, neyi nasıl yapman gerektiğini detaylıca anlatacağız sana, korkma, endişe etme her şey çok güzel olacak.”

Adam arkasını dönüp giderken seslenmek istedi, Sen kimsin? Ne vazifesi? Neler oluyor…? diyecekti ki ağzını açıp tek kelime dahi edemedi. Gözlerini açtığında Kuran-ı Kerim elindeydi hala, rüya mı görmüştü, olamaz baya baya gerçekti bu, oysaki daldığı uykudan şimdi gözlerini açıyordu, neler olduğunu anlamıyordu, önce Yeşil Kubbeye bir nazar etti ve kafasını eğerek Kuran-ı Kerim’e baktı gördüğü ayet ile irkildi:

“Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.”

Gözlerini yumarak mırıldanmaya başladı “Ya Rabbi bu can bu ten de olduğu müddetçe, Senin ve Resulünün yoluna kulum, köleyim, canımla, malımla yoluna revanım Allahım!” diyerek dua etti.

Kartepe Cengiz Topel Hava alanına inmeleri çok güzel olmuştu, kısa süre sonra evlerine varmıştı bile, annesine, babasına doya doya sarıldı, dedesiyle kucaklaştı, bütün arkadaşları ziyaretine geliyor, onlara hurma ve zemzem ikram etmekten, mübarek beldelerin atmosferini onlara anlatmaktan büyük keyif alıyordu.

Geldiği yaklaşık bir hafta olmuş; fakat Abdullah henüz evden dışarıya hiç çıkmamıştı, üzerindeki o manevi havayı dağıtmak, günlük hayatın koşturmacasına kapılıp kutsal topraklarda edindiği manevi halini kaybetmek istemiyordu. Yatsı namazını kıldıktan sonra birkaç sayfa okuma yapıp yattı, erken yatıyordu, sabah namazından yaklaşık bir saat önce kalkıp teeccüdü kılıyor ve manevi dersini yapıyordu.

Seher vakti olduğunda o çoktan uyanmıştı, kalkıp abdestini aldı gece namazını kılıp manevi dersini yapmaya başladı. Vücudunun her bir uzvu Allah diyordu sanki zikrin lezzetine vardığı bu demlerde omuzuna dokunan el ile eğdiği başını kaldırıp, kapadığı gözlerini açtı. Gözleri şaşkınlıktan yuvalarından çıkacak, kalbi korkudan duracaktı, yüzü sararmış, benzi atmıştı, karşısında kanlı canlı bir şekilde, kendi evinde ve dahi odasında Medine’de uykusunda gördüğünü düşündüğü zat duruyordu, bayıldı bayılacaktı,

Sen, sen diye sözlerine başlayacakken araya girdi güzel yüzlü adam, o davudi sesiyle sakin ve tane tane konuşmaya başladı:

“Korkma evladım, bundan sonra nasipse sık sık görüşeceğiz her açıdan manen zehirlenen Müslüman gençlere beraberce yardım edeceğiz, bu süreçte sana bazı manevi güçlerde ikram edilecek, fakat bu ikram hususi (özel) işlerinde değil umum için, ümmet için kullanabilmen üzere verilecek. İlk olarak şu saatlerde Bursa’da başlamak üzere olan ve gençlerimize deizmi aşılamak adına yapılan konferansa katılacak, konferansta söz alacak ve gönlüne ilham edilen lafızları konuşacaksın böylece yapılması planlanan deizm propagandasına mani olacaksın, haydi Allah yardımcın olsun”

Sararmış benziyle zor da olsa konuşmaya çalıştı:

“Ben hiçbir şey anlamıyorum, konferans Bursa’da diyorsunuz az sonra başlayacak diyorsunuz ve benim katılacağımı söylüyorsunuz nasıl olacak bu iş?

Sen şimdi abdestini tazele ve üzerini değiş “Allah bir kulunu sevdiği zaman gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olur” ve o kula artık zorluk ta olmaz!

Kısa zaman sonra diz dize oturdular, o efsunlu sesiyle konuşmaya başladı nur yüzlü adam:

Şimdi gözlerini kapa ve kalbine odaklanarak içinden sessiz zikre başla, ben sana gözlerini aç diyene kadar da açma.

İyice korkmuştu ama nedense güveniyordu adını bile bilmediği bu kişiye dediklerini yapıyor, gözlerini kapatıp, kafasını kalbine doğru eğerek Allah Allah Allah diyordu…

 

Çok zaman geçmeden şimdi gözlerini açabilirsin dedi nur yüzlü kişi, korkarak açtı Abdullah gözlerini, kapalı bir mekândaydılar ama kulağına su sesi de geliyordu, kafasını yavaşça kaldırdığında daha öce defalarca geldiği Bursa Ulu Camii’nde olduğunu gördü. Titreyen çenesiyle bir şeyler söyleyecekti ki, korkma evladım dedi nur yüzlü adam, unutma Allah’a zorluk yok, konferans salonu Cami’ye yakın haydi kalk gidelim de geç kalmayalım diyerek Abdullah’ın koluna girdi.

Kısa zaman sonra konferans salonuna varmışlardı, çoğu lise talebesi olan gençler salonu neredeyse tamamen doldurmuşlar konuşmacıyı beklemekteydiler, bundan sonra vazife senin Abdullah, sen yalnızca konferansın soru cevap kısmında söz al ve ayağa kalkarak konuşmaya başla, sonrasını Allah’ın izniyle bize bırak!

Nur yüzlü adam arkasını dönerek salondan dışarıya yöneldiğinde onu kendisinden başka kimsenin göremediğini o an fark etti, üst üste gelen bu esrarengiz hadiselere tepki veremez durumdaydı artık, koltuğuna oturdu ve sunum için hazırlanan konuşmacıyı dikkatle izlemeye başladı…

Konuşmacının asistanı olduğu anlaşılan genç masa üstüne koyduğu bond tipi çantayı açarak konuşmacının notlarını dikkatle tasnif ettikten sonra yavaşça önüne bıraktı, masaya gelen kapalı suyu açıp bardağa döktükten sonra konuşmacının hemen arkasında bulunan sandalyeye oturdu. Kızın tesettürden uzak, dekolteye varan giyimi, abartılı makyajı ve konuşmacı ile olan samimi tavırları bütün salonun dikkatinden kaçmamıştı, garipsemedi, dini reddeden bir anlayıştan ne beklenirdi ki.

Konuşmacı rastgele bakışlarla salonu süzdükten sonra başladı konuşmasına, dinsizliğin yani Deizm’in hak olduğu iddiasını kuvvetlendirmek adına evvela var olan dinin bozuk olduğunu kanıtlamalıydı, öyle de yaptı, kendince İslam’da gördüğü bazı çarpıklıkları anlatmaya başladı:

“Kardeşlerim Allah evreni yarattıktan sonra din namına bir nizam getirmemiştir, yaratıcı görevini kusursuz bir şekilde icra edip, kimin iyi, kimin kötü olduğunu görmek adına çekilmiştir, bizlere din diye aktarılan nizam insanların koyduğu kurallardan ibarettir, bu sebeptendir ki gördüğünüz üzere bozulmuştur.

İslam Allah’ın getirdiği bir nizam olmuş olsaydı haşa bozulur muydu? Görüyorsunuz ki İslam Âlimleri en küçük bir meselede dahi bir görüş birliğine varamıyorlar, birinin caiz dediğine, bir diğeri haram diyor, insanların kafalarını karıştırıyorlar, namaz gibi, hac gibi, oruç gibi gereksiz şeylerle insanları Allah’tan uzaklaştırıyorlar. “

Konuşmacı konuştukça Abdullah’ın sadrı (göğüs kafesi) daralıyor, gönül kuşu (kalbi) kafesine sığmıyor, kanat sesleri yükseldikçe heyecanı artıyordu, soğuk soğuk terlediğini hissetti. Kafasını istemsizce önüne eğip gözlerini kapadı, Musa as ile beraber Kızıl Irmağın kıyısındaydı, konuşmacı arkalarından gelen Firavun ’un yanında at sürüyordu, Musa as Abdullah’a baktığında sanki tüm vücudunu elektrik çarpmış gibi hissetti, konuşan kelimullahtı:

“Evladım marifet asada değil, Allah ile dopdolu olan bir gönüldedir, Firavunda, Musa da ölmedi, sen gönlündeki Musa’yı besle ki Firavunlara galip gelebilesin, unutma ki Allah’a inanıp güvenenlere zorluk yoktur”

Musa as bu sözlerinden sonra kayboluvermişti, şimdi Kızıldeniz’in kıyısında bir başına kalmıştı. Ordu iyice yaklaşmıştı ki sağ elini Kızıldeniz’e doğru kaldırdı deniz bütün heybetiyle ve büyük bir gürültüyle ikiye yarıldığı esnada “Buyur genç adam” sözüyle irkildi, gözlerini açtığında sağ eli havadaydı, konuşmacı kendisine söz vermişti, Kızıldeniz’in su sesleri hala kulağındaydı, kısa süre sessiz kalışı tüm dikkatleri üzerine çekmesine sebep olmuştu.

Can kuşu kafesini kırıp gökyüzüne doğru uçmaya başlarken, salondaki tüm katılımcıları Kızıldeniz’in karşısına geçirmekle yükümlü olduğunu hissetti,  Yunus Emre’nin “Bir ben vardır bende, benden içeri” sözü misali konuşan sanki kendi değil içindeki Abdullah’tı, salonu selamlayarak başladı konuşmasına:

“Rabbimizin dünyayı yaratıp haşa bir kenara çekildiğini söylüyorsunuz, Dini tümden reddedip bozulduğunu iddia ediyorsunuz!

Vicdanınızın çırpınışını görmüyor, ruhunuzun açlık çığlıklarınızı duymuyorsunuz. Bir zamanlar Allah’ı tümden reddedip Evrim Teorisi diye ortaya attığınız iddia gülünecek hale gelince, kendinize Ateist dediniz, lakin bir yaratıcının varlığını inkâr etmeyi ne yaparsanız yapın başaramadınız!

Şimdi kalkmış evet bir yaratıcı vardır ama evreni yaratmış ve ortaya bir nizam koymamıştır diyorsunuz, tek kıstasınızın iyi insan olmak olduğu, bu sistemde iyi kime göre iyi?

Ahlak kime ve neye göre belirlenecek?

Erdemli İnsan kimdir? Bu ölçüleri neye göre koyacaksınız?

Ben çaldıysam zenginin malındaki hakkımı aldım, hem bu parayı fakir çocuklara vereceğim diyen hırsız iyi midir sizce?

Dinin bozulduğunu söyleyen sizler daha kısa zaman önce televizyonlara çıkıp, horozdan da kurban olur, başörtüsü Kuranda yoktur gibi safsatalarla bizzat dinde tahribat yapmaya, bu Milletin aklını çelmeye çalışmadınız mı?

Şimdi kalkmış yıllarca planlı bir şekilde çalışıp bozamadığınız dinin tahrip olduğunu söylüyorsunuz ve geldiğimiz noktada kendinize deist diyorsunuz. Çanakkale’de Çelik gibi İmanına tosladığınız bu Millet ‘in sinesinden İmanını almadan galip gelemeyeceğinizi çok iyi biliyorsunuz.

Zevkinize, heva ve hevesinize göre yaşamak istediğinizden, ibadet etmek istemediğinizden, zinanın haramlığı gibi durumlarla uğraşmak istemediğinizden Allah bize karışmaz diyorsunuz!

Efendiler Allah kullarını asla başıboş bırakmaz ! Bu dünyayı da bir oyun eğlence olsun diye de yaratmamıştır, gönderdiği peygamberlerin hepsi hak, son kitabı sonsuza dek geçerlidir, şimdi tercih sizin, isterseniz belirli bir vakte kadar (eceliniz gelene dek) dilediğinizce yaşayın ama unutmayın muhakkak öleceksiniz!

Kalktı ve yürümeye başladı, o üzerine düşeni yapmıştı, Kızıldeniz ardına kadar açılmıştı önünde, Musa olmak ta, Firavun olmak ta serbestti, bu dünya tercihler dünyasıydı, karşılığını muhakkak göreceğiniz tercihlerin dünyası.

Ulu Cami’ye geri döndüğünde ne yapacağını bilmez bir haldeydi, içeriye girdiğinde ismini dahi bilmeyen adamı aradı gözleri, onu cami içerisindeki şadırvanda abdest alırken buldu, yanına varıp selam verdi su sesi eşliğinde konuşmaya başladılar:

 

 

−Efendim konferans bitti, başarılı oldum mu bilmiyorum ama benden sonra herkes salonu terk etti.

−Evlat sen vazifeyi icra ettin, kalpler Allah’ın elinde Rabbimiz oradaki kullarını muhafaza etmek istedi ve seni aracı kıldı yoksa bizim yapacağımız bir şey yok.

En ufak bir kibre dahi kapılmasının önü kapatılıyordu, abdestini alan adam elini gömleğinin cebine götürerek bir araba anahtarı çıkardı:

−Bu anahtar babanın arabasının anahtarı, araba arkadaki otoparkta, ailen seni merak etmiştir telefonun da arabanın içinde onları ara ve bilgi ver sen arabayla geri dönersin.

−Ama araba buraya nasıl geldi, bir saat içinde senin gidip arabayı alma imkânın da yok nasıl oldu bu iş diye sordu korku dolu bakışlarla.

−Evladım sen hiç Kuran okumuyor musun, Süleyman as ile Sebe Melikesi Belkıs arasında geçen hadiseyi hiç mi duymadın, Belkıs’ın tahtının göz açıp kapatıncaya kadar Yemen’den Kudüs’e getirildiğini bilmiyor musun?

Kuran okurdu hep, ama hiç tefsir okumamıştı, utancından hayır bile diyemedi. Abdest suları sakalından damlayan Adam Neml Suresi’nin şu ayetlerini okudu:

“Ey önderler! Onlar gelip teslim olmadan önce sizin hanginiz kraliçenin tahtını bana getirebilir? Cinlerden bir ifrit dedi ki: Ben, onu sana sen makamından kalkıncaya kadar getiririm. Bana güvenebilirsin, benim buna gerçekten gücüm yeter. O Kitap’tan bir bilgiye sahip olan kişi de: Ben onu sana gözünü açıp kapayıncaya kadar getiririm dedi ve getirdi. Süleyman tahtı, yanına kurulu görünce dedi ki: Bu beni denemek için rabbimin bir ikramıdır; şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü? Kim şükrederse faydasını görür. Nankörlük eden etsin. Rabbimin kimseye ihtiyacı yoktur, onun iyiliği boldur.” (Neml 27/38-40)

 

Elindeki anahtara bakarken ön saflara doğru yürüyen adam bir anda gözden kaybolmuştu, hala neler olduğunu anlayamamanın verdiği korku ile karışık şaşkınlık içindeydi, önce iki rekât şükür namazı kıldı sonra İzmit’e doğru yola koyuldu.

Direksiyon başında daldığı düşünceler girdabından cama vuran yağmur taneleri ile uyandı, Kocaeli sınırlarına girmiş Karamürsel İlçesi içerisindeydi, yağmur şiddetini arttırdıkça o hızını düşürüyordu. Bir an yol kenarında sırılsıklam halde kendisine durması için işaret yapan birini fark etti, ancak onu 15-20 metre geçebildikten sonra durabilmişti dikiz aynasından baktığında koşarak gelenin genç bir kız olduğunu gördü, neden durmuştu, bu kızı arabasına almalı mıydı?

Kendisine mahrem olan biriyle seyir halinde olan bir otomobil dahi olsa kapalı bir alanda birlikte olmaması gerekiyordu, arkadaşlarının parklarda, banklarda yaşadığı aşkları fani ve bayağı görüyor, biz evleneceğiz söylemlerini ise nefsin aldatmacası olarak nitelendiriyordu.

Arabanın kapısını açıp hızlıca ön koltuğa oturan kız nefes nefese kalmış ve sırılsıklam olmuştu, önce sessizce birbirlerine baktılar ve sonrasında sessizliği ilk bozan kızın merhabası oldu:

−Merhaba ben Züleyha durduğun için teşekkür ederim.

Züleyha’nın uzattığı eli hala havadayken, merhaba, deyip sağ elini kalbinin üzerine götürdü Abdullah. Elini yavaşça dizinin üzerine koyduktan sonra konuşmasına devam etti, siz olmasaydınız ne yapardım bilemiyorum İzmit’e gidecektim yağmur birden bastırdı ve otobüs bir türlü gelmedi, gerçekten beni arabanıza aldığınız için teşekkür ederim.

Rica ederim zor durumda olduğunuzu görünce durmak zorunda kaldım, ben de İzmit’e gidiyorum sizi de bırakmış olurum sorun değil dedikten sonra gözleri istemsizce aracına aldığı misafirine takıldı, çok ıslanmışsınız klimayı sıcak ayarında açalım ki hasta olmayın!

Bu sözleri eli havada kalan kızı bir nebze de olsa teselli etmişti, çok incesiniz diye cevap verirken tebessümle karışık cilveli bir bakış attı Abdullah’a, güzel bir kızın böylesi bakışlarına muhatap olup ta etkilenmemek elde değildi elbette, etkilenmişti Abdullah.

 

Abdullah’ın bu nazik tavırlarından cesaret alan kız, “Müzik açabilir miyim?” talebinde bulundu, Abdullah bunu bir fırsat olarak niteleyip, “Ben ilahi ve ezgi dinlerim isterseniz açayım” diyerek hoşlandığı bu hanımefendiyi İslam çizgisine çekmek adına bir hamle yapabileceğini düşündü. Tamam dedi Züleyha benim için de değişik bir tecrübe olur diye de ekledi.

Her zaman dinlediği cd zaten hazırdı en sevdiği parça üçüncü sıradaydı onu da ayarladı ve sesi bir miktar daha açtı ekranda parça adı yazıyor saniyeler ilerliyor fakat hala ses gelmiyordu, ayarları kontrol etti, eksik bir şey görünmüyordu. Birden bir ses hışırtısı duyuldu elini teyp ’ten çeken Abdullah parçanın başlamasını beklerken tok bir sesle bir ayet okundu:

“Bismillahirrahmanirrahim (Ey Habibim!) Mümin erkeklere söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar (Nur,30)

Şaşkınlık içerisinde kalan Abdullah ne yapacağını bilemeden aniden kapattı teybi, suratı kıpkırmızı olmuş nefes alış verişi hızlanmıştı, bunun bir mesaj olduğunu düşünürken, bu durumu karşı tarafa nasıl izah edeceğini hesaplıyordu.

Züleyha el sıkmama hadisesinden sonra yaşanan bu duruma iyice sinirlenmişti, “Ben sizin arabanıza zorla binmedim, madem ben size haram oluyorum almasaydınız beni, hatta çekin kenara ineyim böyle subiliminal mesajlar falan hiç hoş değil yani…

Bu durum karşısında mahcup olan Abdullah ne diyeceğini bilemez bir haldeydi, ama kızı indirmek te istemedi ve Züleyha’ya şöyle bir seçenek sundu:

“Telefonunuzda muhakkak müzik vardır verin telefonunuzu araca bağlayalım sizin istediğiniz parçaları dinleyelim olur mu, hem böylelikle az evvel yaşananın istem dışı bir hadise olduğuna bir nebze de olsa inanırsınız belki?”

Aralarındaki diyalog gerilmişken bu çıkışla yumuşayan kız çantasından çıkardığı telefonu Abdullah’a uzattı, gerekli bağlantı yapıldıktan sonra telefonun içerisindeki müziklerden birini açtı ve belki yabancı müzik sevmezsiniz ama bu parça evrensel bir parçadır muhakkak duymuşsunuzdur, beğeneceğinizi umuyorum dedi.

Aradan henüz 3-5 saniye geçmişti ki aynı ses bu sefer bir diğer Ayeti okumaya başladı:

“Bismillahirrahmanirrahim Mümin kadınlara da söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar (Nur,31)

Ayet okuması bittikten sonra telefon da kendiliğinden kapanmıştı, gelişen bu durumu Abdullah’ın bir şekilde araç kiti ile organize ettiğini düşünen Züleyha iyice sinirlendi: “Zaten ineceğim yere çok yaklaştık lütfen sağa çekin ben inmek istiyorum”

Abdullah, bakın benim bu işe bir dahlim yok diyecekti ki Züleyha durmuş olan otomobilden çoktan inmişti, kız indikten sonra radyoyu, cd çaları birçok kez açıp kapattı ama bir daha o sese rastlayamadı, vardır bunda da bir hayır deyip yoluna devam etti.

Züleyha Üniversite öğrencisiydi, öğrenci evine sırılsıklam ve öfkeli bir şekilde girdiğini gören arkadaşları ne olduğunu soracakken “Kızlar hiçbir şey sormayın, zaten sinirlerim yeterince bozuk, bir de sizin kalbinizi kırmayayım” çıkışına maruz kaldılar.

Odasına girdiğinde bir yandan üzerini değişip, bir yandan da söylenmeye devam ediyordu:

Beyimize bak sen şuradan şuraya götürecek başımıza hoca kesiliyor, ulan madem sofisin alma arabana kardeşim Allah Allah ya…

Öfkesi bedeninin kasılmasına ve yorgunluğunun artmasına sebep oluyordu, uzandığı yatağında çok geçmeden uyuyakalmıştı. Rüyasında Mısır’da Firavun Sarayındaydı bir odanın önüne geldiğinde kapıda görevli “Bekleyin haber geldiğinde sizi içeriye alacağız” dedi. Kısa zaman sonra içeriye buyur edilmişti, karşısındaki Yusuf as. Hanımı Züleyha’ydı, kendisini çok güzel bulmasına rağmen onun bu güzelliği karşısında büyülenmişti adeta.

Adaşını anlından öpen Züleyha “Sana bu güzelliği veren Rabbimiz senin harama bulaşmanı istemedi. Unutma ki bu güzelliğin fani, yaşlanacak ve bu güzelliğini kaybedeceksin, yine unutma ki her bir kula duyduğun aşk ta fani olacak, lakin bazı aşklar vardır ki seni baki olan aşka götürür, işte sen böyle bir aşk ile nasiplendirileceksin.”

Araya girmek, kimi kastediyorsunuz diye sormak istedi ama Züleyha müsaade etmeyerek konuşmasına devam etti “ Sakın Rabbini basit bir teknolojiye hükmetmekten aciz sanma! O seni zatına çekmek istediği zaman akıl ile idrak edemeyeceğin hadiseler yaşamaya başlarsın, yaşadığın hiç bir şey tesadüf değildir, aynaya baktığında gördüğün güzelliği yaratan Rabbinden habersiz, onun emir ve yasaklarına aldırmadan yaşamaya hakkın yok…

Bu kısa konuşmadan sonra Züleyha Validemiz adaşı Züleyha’ya beyaz renkli bir kese uzatır ve bunu toprağa ekmesini tembihler. Züleyha yatağından fırlarcasına uyandığında kan ter içerisinde kalmıştır, böylesine gerçekçi bir rüya daha görmediğini düşünürken gözü eline ilişir…

Post Created 87

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Benzer yazılar

Begin typing your search above and press enter to search. Press ESC to cancel.

Üste dön